Bul beni çocuk..

Bul beni çocuk.. Herkesin herkese benzediği şu dünyada, herkes ne kadar da yaşlı kokuyor, sahip çık kişiliğine çocuk.. Dinle bakalım ne anlatıyor..

Kişilik, ergenliğin sonuna doğru bir koltuk bulur kendine, sonraları ihtiyaç molaları, can sıkıntıları hariç kimse yerinden kaldıramaz. Çoğu kişi zamanla kişiliğin değiştiğini söyler, yirmili yaşlarla otuzlu yaşlar arasında uçurum olduğunu, büyümenin yaşının olmadığını filan.. Çok ironik bir toplumuz aslında, ayakları baş yapar, sonra her dediğine inanırız. Aynı şeyleri söyler durur, ne dediğimizi kendimiz bile duymayız,  şehir efsaneleri artar da artar..

Şimdi kişilik meselesine dönecek olursak, zaman sadece heybendeki farklı malzemeleri atıp, herkese dönüşmene yarar. Büyümek mi bunun adı, olgunlaşmak mı, tecrübe mi, ah canım benim ah..! Hadi okumayı sevmemeni anlıyorum, ama uluorta konuşmayı çok seviyorsun, araştır biraz. Bak parfüm şişesini boşaltmış gibi kokunca hapşırmaktan gözlerine  bakamıyorun ama bilirken çok güzel kokuyorsun..

Genlerin kişiliğinin alt yapısını oluşturur, annenle babanın kişiliği birbirine karışır, alt yapını oluşturur. Çevren hangisini beslerse onlar da üst yapıyı oluşturur. Ergenliği ana rahmine düşen bebek gibi düşün. Birden küçücük bir yerde fasulye tanesisin. Sancılı olmaz mı? Ergenlere çabuk kızma, artık koşarken onları engelleyen göğüsleri var, hafıtlı çocuklar gibi hışır hışır regl zamanları.. Değişen, seni kısıtlayan, belgeleyen vücuda alışmak kolay mı, ya seve seve ya saya saya..

Alışma süreci geçtikten sonra tamamsındır. Otuzlu, kırklı yaşlardaki insanlar hafif yukarıda bir burunla yaşını eleştirip durucaklar, bilmediğini, anlamadığını söylücekler, aldırma.. Kişiliğinin sürekli değişeceğini söyleyip biçimsiz ellerini sallayacaklar, duyma.. Kah ukala, kah nasihatvari bakışlara hazırla kendini,yine de görme.. Ama duy fısıltımı, odana gizlice yazdığım notu gör, arada parmak sallamalarıma aldırma, tamamsın diyorum, ne fazlası ne azı; bu kadarsın..

Otuzlu yaşlar seni büyütmeyecek, biraz daha herkese dönüştürecek, kırklı yaşlar biraz daha, sonra biraz daha.. Büyümeyi unut, gittikçe eksileceksin, bunca zaman geçecek, sadece kişiliğin aynı kalacak, evet artık daha az konuşmasını öğreneceksin, büyüklerinin sözünü kesmemeyi, haklıyken susmayı, sevdiği iki çikolatadan birini seçmeyi.. Ama dön bak, hala sallanarak uyumayı çok seviyorum, hala annemin çenesindeki beni oynamayı, hastayken herkesin benle ilgilenmesini seviyorum, eskisi gibi.. Yıllar sonra da aynı olacak göreceksin, susarak söylemek seni farklı bir kişi yapmacak..

Herkese selam vermeyi öğrenmek, kendinden ödün vermektir, vereceksin. Otuzlu yaşlarda olmak istiyorsan, bir işin olsun isteyeceksin, eşin olsun isteyeceksin, boşaltacaksın biraz heybeyi, ister seve seve ister saya saya..  Bir yerlerde çalışmak istiyorsan işini iyi yapman yetmez, bir kitap bile okumasan olur da dolu heybeyle kimse işe almaz seni.. Eşin olsun istiyorsan biraz daha boşalt heybeyi, alıştır kendini, heybeni sevdi sanacaksın, seni heybenle kabul edecek sanacaksın. Ah canım benim heybeni boşaltmakla, kişiliğine sus diye bağırışlarınla geçicek familya zamanların.. Çok farklı değilim senden, benimki saya saya oluyor, seninki seve seve olsun..

Zaman talan edecek seni, yine de dokunmadığı bir şey var; kişiliğin..  O işi sana bırakacak, ayık ol..  Alıştıysan göğüslerine, ölümü hatırlatan kasık sancılarına, tüylerini bir ayıpmış gibi yok etme çabalarına, tamamsındır, değişmeyi bekleme daha fazla.

Bak öğrenmek dersen o hiç bitmeyecek, burnunu yukarı kaldırarak konuşan şu ablamız da öğreniyor, bu burna rağmen.. Çalışmayı öğreneceksin, susmayı öğreneceksin, affetmeyi, unutmuş gibi yapmayı..

Çok kişiyi seveceksin ama yine de en çok sevmeyi öğreneceksin.. Mesela birine tahammül edemiyor musun, sevmeyi dene. Bak çok işe yarıcak, aynı odada kalamayacak kadar nefret mi ediyorsun, sarılmayı dene, ciddiyim.. Leyla’yı hiç gördün mü, ben gördüm, sen de aç bak şeker patlatıp durduğun telefonuna. Acımanın acizliğine sığınma, bak nasıl sevmiş Mecnun o kadını, bırak bana nasihat vermeyi, sevebilir misin o kadar..

Beni çok seven engelli bir erkek öğrencim var, ikinci dersime damatlıkla gelmişti. Ders esnasında fark etmeden hayır diyeceğime uzunca ”cık” demişim, hani şu konuşmadan dudakları aralayıp dişlerin arasından çıkarttığımız ses..  Hoşuna gitmiş, baktım aynı hareketi yapıp parmağıyla beni gösteriyor, çok güzel yaptığımdan değil, uzunca anlattığıma bakma, bu kadar sevebilsen yeter sana..

Sevmeyi öğrenmekten vazgeçme, bak heybemi boşalttım sonuna kadar, olmadı, parmaklarımın arasından kayıp gitti her şey. Şimdi aç avucunu, bırak gitmek isteyen gitsin. Heybenle seni seven bir adam bul, zor olucak ama denemeye değer, belki şanslısındır.. Anlamak için önce dur, Anneni, babanı izle, alt yapını keşfet.. Bırak geçsin zaman, olduğun halini kabul et, yapabiliyorsan erkenden sev kendini. Susturma kişiliğini, bırak avazı çıktığı kadar bağırsın, herkese dönüşünce çok kötü kokacaksın, yapma.. Yalnızlık çekeceksin, bul beni, heybenden bir şeyleri atmanı istersem söz bütün heybemi sana vericem. Bul beni çocuk, bul beni..

Yorum yapın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.