Herkes İçin Adalet! Adalet herkese lazım. Dün 28 Şubat deniyordu şimdi başka bir 28 Şubat var oldu. Her gelen kendini yüceltiyor. Bir tek el değmeyen şey “adalet” oluyor her nasılsa..
Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi adına zor adımların atıldığı dönemlerin atıldığı bir ülkedir. Osmanlı sonrası çok farklı mücadeler verilmiştir. Emperyalist, yayılmacı ülkelere karşı hem siyasi hem de kültürel bir mücadele verilmiştir. Savaşlardan, işgalden nasibini almış Anadolu’da yeni bir ülke ile ayakta kalmaya çabalanmıştır.
Sömürgeci Avrupa devletleri, acıdan besleniyorlardı. Geri kalmış toplumlar üzerindeki baskıları ve oyunları bitmek bilmiyordu. Bu enlemde de hasta adam konumundaki Osmanlı Devleti ile Anadolu dışındaki toprakları üzerinden oyunlar oynayarak iyice güçsüz hale soktular. Tüm bunlarla başa çıkabilme adına Mustafa Kemal, mevcut şartlarla ama yepyeni bir enerji ile ortaya çıktı.
Zor şartlarda kurulan meclis ile yola çıkıldı. Bu meclis kurucu olduğu için laik özellikte değildi. Haliyle demokratiklikten de bahsedemezdik. Sonuçta hilafçılar hala az değildi. Ardından ikinci meclis ile bu hilafçı veya gerici diyebileceğimiz grup tasfiye edildi. O günden sonra epeyce bir zaman tek partili dönem mecburiyet oldu bu topraklarda. Bugün bile hortlayabilesi bir hilafet sevdalılığı varken o günler kimbilir nasıldı?
Uzunca bir süre tek parti rejimi ile yönetildi Türkiye. Devletçilik ilkesi etrafında bir çok yerel şirket kuruldu, kurduruldu. Eğer kendine yeten bir cumhuriyet ülkesi olacaksak bir çok alanda belirli ilkeler çerçevesinde gelişme gerekecekti. İşte o zaman için ancak anti demokratik de olsa tek parti rejimi bunu sağlayabilirdi.
Neden mi? Çok partili rejime geçilir geçilmez bu görülmüş oldu. Anında gerici görüşlere sahip olanlar muhalif bir siyasi parti (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) ile seslerini yükselttiler. Ardından da Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi hareketler oldu. Çok partili dönem bir anda sona erdi ta ki yeniden başlayacağı 1945 yılına kadar. 1946 seçimlerine girmek üzere 1945 yılında Milli Kalkınma Partisi (MKP) kuruldu.
1946 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’nda farklı olarak siyasi partiler arasına Demokrat Parti de katılmış oldu. Adnan Menderes’in başını çektiği bu oluşum ile bugünün iktidarı AKP’nin 2002 yılından itibaren yakaladığı rüzgar yakalandı. Menderes, büyük atılımlar yaptı. Amerika’nın desteğiyle iyice yükseldi. Hibe fonları ve yardımlar ile otoyollar yaptı vb. Türkiye’yi Küçük Amerika yapacağız sözü unutulmayan sözlerinden oldu. En önemli özelliği ise kuruluştan beri var olan tek partiye alternatif olmasıydı. Seküler CHP yerine muhafazakarların buluşma noktası oldu.
Ama ne yazık ki her geçen gün demokrasiden uzaklaştı. Bu nedenle Türkiye’nin çok partili döneme geçisi demokrasi ile alakasız olmuştur. Çok sesliliğin, denetlenen bir iktidar düşüncesinin yakınından bile geçmemiştir. Menderes, kendisine oy vermeyen illeri ilçe yapmıştır. Yine ünlü bir sözü ise “odunu aday yapsam milletvekili seçtiririm” olmuştur. Üniversiteleri baskı altına almıştır ve diğer tüm muhalif sesleri de susturmuştur.
Maalesef kendi anti demokratik uygulamalarına benzer şekilde darbe ile devrilmiştir. Ardından da ilgili herkesin bildiği üzere idam edilmiştir. Bundan daha çağ dışı bir uygulama yoktur. İdam, her şekilde insan haklarına aykırıdır. Asılan diktatör de olsa bu değişmez. Buna ek olarak da darbeler bir ülkenin baş belasıdır.
Günümüze gelecek olursak; dünün Menderesçileri bugünün Erdoğancıları oldular. Ülke, OHAL ile yönetiliyor, aksi seslere tahammül yok, gazeteciler içeride, FETÖ’cü diye solcular ve laikler içeri alınıyor.. Yakın zamandaki referandum adaletsiz yapıldı. Devlet imkanları ile mitingler yapıldı, devlet televizyonunda taraflı yayın yapıldı, muhalif parti başkanları hapse atıldı vb..
Yazının başında belirttiğim gibi dün 28 Şubat vardı. Daha öncesinde belirli oranda dindarlara baskı durumları yaşandı belki ama hiçbiri bu dönemdeki insan hakları ihlalleri gibi abartılmadı. Hakimler ve savcılar parti temsilcisi gibiler. Hatta valilere artık şaşırmıyoruz bile. Valilerin hükümet partisinin il başkanından, Kaymakamların ise ilçe başkanlarından talimat aldığını bile duyabiliyoruz.
Adalet ile adil karar vermek isteyen hakimlerin baskı altında olduğunu biliyoruz. Buna ek olarak da tarafsız olması gereken bazı hakim ve savcıların, sosyal medyada taraflı paylaşımlar yaptığına şahit oluyoruz. Düşünün ki artık saklamıyorlar bile. Bunlar ancak geri kalmış ülkelerde veya diktatöryal rejimlerde olabilecekken Avrupa’nın parçası dediğimiz bu ülkede yaşanıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması sonucunda bir karar aldı ve barışcıl olmak şartıyla bir Adalet Yürüyüşü’ne başladı. Son derece de iyi bir karar verdi. Sürekli esef eden bir genel başka konumundan gerçek bir adalet aktivistine dönüştü. Demokrasi isteyen, adalet isteyen bir çok insana da umut oldu. Koca bir torayı yürüyerek gelmenin yanı sıra binlerce insana ve yoldaki provakasyonlara rağmen tek bir olayın olmaması çok anlamlı oldu.
Hangi partiden olursa olsun insanların bu yürüyüşe destek vermesi gerekirdi ve bence bu gerçekleşti de. Bir çok insanın olumlu baktığı anketçilerden öğrenilen bilgiler arasında. Belki de hükümet çileden ama bu yürüyüşün halktaki karşılığını fark ettiği için eli kolu bağlandı. Mecburen tamamlanmasına müsade ettiler. Diğer uygulamaları görünce izin vermeleri teveccüh olmadığı halde işi yokuşa sürebilirlerdi. Cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri ve sözcüler bile hep yerden yere vurdular bu yürüyüşü.. Özellikle devletin bir bakanı, bizzat yürüyenlere terörist dedi. Hem de utanmadan sıkılmadan, gayet net şekilde söyledi. Dedik ya, utanmaları da yok artık.
Bu kötü örnekler, bir partinin, bir siyasetin sonunu getirebilecek şeylerdir. Zulmün artsın ki tez zeval bulasın diye bir Anadolu sözü var. Yaşar Kemal’in romanlarında karşılaşabileceğiniz bu söz herşeyi özetliyor. İnsanlar bugün Adalet yürüyüşü yapıyorlarsa ortada yanlış bir şeyler var demektir. Sıranın kendisine gelmesini bekleyen bir çok karşı ses var. En acısı ise binlerce insan sorgusuz sualsiz işinden gücünden edilirken, ekonomiye güven kalmamışken, demokrasi ölmüş, yargıya güven yerlerdeyken bu ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan kesimin herşey yolundaymışcasına şakşak modunda olmasıdır.
Adalet! Herkes için adalet! Baskı gören dindar için, ateist için, milliyetçi için, Türk için, Kürt için, solcu için, sağcı için.. İnsan için! Bu bahsettiğimiz adalet bir gün herkese lazım olacak. Gerçeklerin birgün ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Çok güzel bir söz. Ama neden yarın.. Niye geç görüyoruz? Neden ölünce sanatçı olur sanat işçisi..? Şimdi bu kadar can yanıyor ve neden umursanmıyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gidince mi kıymetli olacaklar! İşlerini geri istedikleri için mi hatalılar.. Hem işini almışsın hem de tutuklamışsın.. Üzerine içişleri bakanın sosyal medyadan suçlama yapıyor; terörist diyor. Adalet herkese lazım!
Her gelen iktidar kendi adamını yüceltiyor. Her yere kendi adamını koyuyor. Bu ülkenin geri kalmışlığının göstergesi ama bizzat da sebebidir bu. Utanılacak bir ihalecilik anlayışıdır. Eğer ki başa Kılıçdaroğlu gelir ve aynı haltları ederse o da bugünün emperyalleri gibi defolsun demeliyiz. Adam kayırmadan, torpilden, liyakat dışı atamalardan, avantadan ve hamili kart, yakınımdırlardan sıyrılmazsak burnumuz daha çok boka batar bizim.
Dediğimiz gibi hem 28 Şubat’taki baskıdan haber edeceksin hem de bugünün o günlerden beter olmasına ses etmyeceksin. Dilsiz şeytan tabiri pek uygun bu duruma..
Adalet herkese.. Herkese adalet dileğiyle..
* Yazıyı yazdıktan sonra aklıma gelen ve trajikomik bulduğum bir şey; kendi medyasına sahip, kendi elitini oluşturan ve Avrupa tarafından şeffaf olmamakla suçlanan bir partinin adında Adalet kelimesi var. Ondan öncekinin ise bizzat adı demokrat idi.. Biz yok muyuz biz!!
* Ek olarak; CHP’li değilim belki ama bu güzel eylemi desteklemeyeceğim demek değil bu. Zaten problem şu veya bu olmak da değil; problem, adaletin sokaklarda aranacak hale gelinmesidir. Baskı gören bugünün muktedirleri olsaydı onları da desteklerdim şahsen. Zalime karşı zulm görene yakın olmak bazılarının fıtratındadır.