Sözcüklere hükmüm geçseydi eğer önce özgürlüğü tanımlamak isterdim galiba. Ya da ne biliyim dünyanın en özgür adamıyla uzun bir sohbeti kaleme almak güzel olurdu. Biliyor musun Olrik, sabahları uyandığımda umutlu bir sonbahar ağacı dallanıyor karnımın içinde. Günaydınlarımı gözlere öpücük kondurarak dağıtıyorum, gökyüzünü de es geçmiyorum. Gülümsemeyi atlamak olmaz, hafif bir meltem niyetine.. Karanlık insanlarda asabiyet yapıcaktır bu durum, aldırma Olrik..
Büyükşehire bir öneri yazısı daha hazırlıcam. Sabah sabah ne giydiğini süzen sessiz insanlar değil de ellerini yanlara açıp ‘Günaydınnn’ diyen sesli insanlar olsun artık iş yerlerinde Olrik. Mecburiyetleriyle fakirleşen insanlar değil de sabun kokularıyla zenginleşen insanlar olsun. Hadi ama Olrik, *’izin verelim de zarif bir vavın kucağına yaslanır gibi yaslanalım birbirimize’..
Yapılan araştırmalarda insanlar gittikçe birbirinden rahatsız oluyormuş Olrik, itiraf ediyorum ben de yürüyen cenazelerle her gün köşe kapmaca oynuyorum. Ha bir de nefes alırken yorulan insanlar var, inan onlar yerine de nefes almak istersin. Selam Allah’ın selamı da bunlara selam bile çok be Olrik, kapalı dükkana kira ödemek kadar yazık.. Böyle kızdığıma bakma tabi, en çok onların gözlerinin içine bakıyorum, biliyosun, hal hatır sorup muhabbet ediyorum. Karnında bir ağaçla yaşamak kolay değil Olrik, tutunacak yer çok ..
Hiç gülümsemeyen insanlar var mesela sokaklarda, onlarla da Bahçeli’ nin Trump’a Turup demesini konuşmak istiyorum. Hiç erinmem Olrik bilirsin, zamanım bu tür işler için kıymetsizdir, düğünlere gidemeyecek kadar da kıymetli. Bazen birine heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırken buluyorum kendimi, boş bakan gözlere inat hızımı alana kadar durmuyorum da. Sonra susuyorum birden ne dicek diye, adam ‘çok takma yeeaa’ diyor. Yanlış duymuşumdur diye bakmaya devam ediyorum gözlerinin içine; duymadım sanıyor, aynı sözcükleri tekrarlıyor, bir kere söylemesi yetmez.. Biliyorsun biri hakaret ettiğinde kırılmıyorum pek. Ama böyle zamanlarda.. ‘Kime ne anlatıyosun bre arsız’ sözleriyle ağacımı baltalıyorum, o zamanlarda sen de gözükmüyosun pek, gözümden kaçmıyor Olrik. Hayır suç karşıda olsa biliyorsun onu baltayla kovalamaktan da kaçınmam. Her bünye kaldırmaz heyecanlıları, ben de bunu biliyorum da.. Hep bu umut ağacının yüzünden..
Neyse boşver şimdi onu Olrik, geçen işten dönüyorum, sonbahar ama kışın ortası gibi bir hava, üstümde de bi kot ceket, yetmezmiş gibi otobüste düğmeye de bir durak erken basmışım. Böyle zamanlarda mahçup olmayı sevmem, bilirsin, indim tabi. Yürümeye başlar başlamaz çenemden başlayıp tüm vucudumu bir titreme aldı, eve beş dakika mesafe var, bakkalda otobüs kartımı doldurmam lazım, her adım ayrı bir işkence.. Son bir dönemeç kaldı derken köşede bizim yan komşunun oğlunu gördüm. Sonradan öğrendim, Efe’ymiş adı. Üstünde incecik bir okul tişörtü, çömelip duvara yaslanmış, öylece karşıya bakıyor. Biraz daha yaklaştım, fark etti beni ama hiç çaktırmıyor. Kimin cebinde ne kadar para var pek merak etmem de böyle zamanlarda merakımı soğuk bile durduramıyor Olrik.
Yaklaştım yanına küçük Efemizin, boyu bir metre ya var ya yoktu. Hava da yeni kararmış, ürkmesin diye yüzümü kesen rüzgara inat, bütün dişlerimi göstererek meraba dedim, cevap vermeyince ‘üşümüyo musun burda’ dedim, umrunda değilmiş gibi ‘yoo’ dedi, öyle bi yoo dedi ki ne diceğimi de bilemedim, göz göze kaldık öyle birkaç saniye sonra bakkala doğru döndüm, inanmıcaksın ama Olrik dönmemle birlikte ellerimin ve ayaklarımın sıcacık olduğunu fark ettim. Toplasan beş altı saniye durdum orda, teknik olarak rüzgar hala devam ediyordu ama yemin ederim arkamı döndüğümde sıcacıktım. Yolda beynim tüm biyoloji bilgisini ortaya döküp bu durumu mantığa dökmeye çalıştıysa da ben Efe’ ye inanmayı seçtim.. Bakkalda otobüs kartıma para yükletirken çocukluğumun gofreti KAT KAT KAT ı gördüm, Efe geldi yine aklıma, çileklisinden aldım birkaç tane. Birisini vereyim diye hızlı hızlı yürüdüm dönüş yolunu da yoktu köşede. Bi gülümsedim yine de, anlıyosun değil mi Olrik..
”Merak ediyorum, ışıklar söndüğünde gölgelerimizin bizi nerede beklediğini,
yolunu nasıl bulduğunu çatırdayan yıldırımların,
ve tutkulu bir sevişmeden açığa çıkan enerjinin
kaç dilek mumunu yakabileceğini..
ağzının tadını kaçırdığımız şu yeryüzünde,
merak ediyorum korkularımızın annesini,
şiddetin içimizde saklandığı yeri..
deliliğin sınırlarında neden kimlik kontrolü yapılmadığını,
ve yoksulluğun kader olmadığını anlatabilmenin en basit yolunu.. ”(Akgün Akova)
Ha bu arada, geçen gün işten gelirken yine gördüm Efe’yi. Ev sahibinin torunuyla top oynuyordu. Ona baktığımı görünce görmezlikten gelmedi bu defa, gözlerime değince gülümseyerek bir göz attım, kaçırdı gözlerini. Konuşmayı pek sevmiyor galiba..
*’Zarif bir vavın kucağına yaslanmak’ betimlemesi Tarık Tufan’a aittir..
*Olrik Oğuz Atay’dan esinlenilmiştir..
Kalabalığım Kendime – Derya Deniz