“Eğer mutlu yaşamak istiyorsan, hedeflerine bağlan, insanlara veya olaylara değil..” demiş Albert Einstein. Matematiksel formül belki de buydu; bizim hedeflerimize bağlanmamızdı. Peki ya biz neden arayış içindeydik? Neden canla başla uğraşıyorduk. Duyguların matematiksel formülleri de var mıydı acaba?
Bir gazetede okumuştum; insan karşılaştığı insana, ilk iki üç saniyede ya aşık oluyor ya da olmuyormuş. O bir ayırt edici çekimmiş. Ne para hesabı, ne renk ,ne ırk ne de mevki; nedeni yokmuş aşkın.
Bu insana verilmiş bir yetenek ya da yeteneğin içinde ki çaresizlik….
Yine bir psikoloji yazısında okuduğum, sihirli bir cümle:
“İnsan aşık olduğu kişiyi, sevmeyebilir ilerde, fakat sevdiği kişiye ilerde aşık olabilir.” bu garip ama doğruluğu yaşanılarak oğrenilen bir öğreti gibi…
Ve yine anlıyorum ki aşkın birden çok hali var. Bazımız tek halini tanıyıp ölürüz, bazımız birden çok haliyle boğuşur dururuz. Peki ya biz; seçimler aklımızın işiyken, biz neden kalbimize suç buluruz?
Gelelim bağlanmaya 🙂 , bağlanmak sadece hedeflerimize olabilecek kadar kolay olsaydı; ölümlü insan oğluna aşık olunup, sevgiyle uğraşılırmıydı?
Bir çocuk annesine, babasına bağlanmazdı. Bir insan eşine dostuna sımsıkı sarılmazdı. Hedeflerine bağlanabilmek için biz önce güvenli bağlanmayı öğrenmeliydik. O inişli çıkışlı yollardan sağlıklı başlanmalarla yolda yürüyor olmamız gerekmez miydi ?
Size bir formül de ben vereyim mi ? Ver dediğinizi duyar gibi oldum 🙂
Duygularımızın , mutluluk kısmına sahip çıktığımız gibi mutsuzluk kısmına da sahip çıkın, kendinizi tartın. Yoksa; mutluluk içinde yüzerken bile ruhunuzdaki mutsuzluk denizinde boğulursunuz.
Yağmur AY
18.04.2019