Kapat Gözlerini, Gülümse.. Televizyonda gündüz kuşağını izlerken bir kadına rastladım geçenlerde. Kedisi kaybolmuş, onu arıyor..
Altmış yaşlarında belki daha da fazla. Hüngür hüngür ağlıyor ve darmadağın gözüküyordu. Herkes kedinin bulunması için seferber olmuş ama kedi birtürlü bulunamamıştı.
Dikkatimi çeken asıl konu serzenişte bulunduğu cümlelerdi: ” Allah a yalvarıyorum” diyordu. “Bana bir serinlik versin diye, dayanma gücü kuvveti versin diye ama vermiyor, vermiyor..”
Bir iki yıl önceki halime götürüverdi beni. Uyandığımda o günü nasıl geçireceğimi düşünüp, dayanma yolları aradığım zamanlara. Çoğu zaman yiyemiyor, içemiyor, nefes alamıyordum.. Bir gün bir uyandım geçmişti, evet göğsümdeki kasırga o sabah dinmişti.. Hani sanki bir ceza sürem vardı ve o sabah o süre dolmuştu gibi..
Aslında yaşantımı dışarıdan bir yabancı gibi izlemek sık yaptıklarımdan. Dorukta yaşadığım her olaydan sonra kendime bir demlenme süresi verip ardından kısa film gibi izler, didik didik ederim. İyi mi kötü mü ben de bilmiyorum, tartışılır. Acı çekme olayına geri dönersek bu yazıyı asıl yazma sebebimden başlamak istiyorum. O kötü olduğum zamanlarda kendimi gerçekten çok yalnız hissediyordum. Tüm acılar basit, sıradan geliyor, en çok acı çekenin ben olduğumu düşünüyordum. Acımı anlatsam kimse anlayamazdı sanki. Yapayalnızlığın her tonunu taşıyarak topluluklara karış(ama)mak..
Sonra o sabah oldu işte, dinmişti sızım, alışmıştım ya da. Bir şeyler okuyup insanlarla yeniden konuşmaya başladım. Tam olarak nasıl olduğunu hatırlamasam da o dönemde Murat Efe Çelik diye bir yazar keşfettim. Kitabı piyasada bulunmamasına rağmen Yalnızlığın Do Minör Konçertosu’ na ulaştım. Bir kısmını aktarayım..
“Seni seviyorum..
Sensiz geçen her saniye bir çivi ekliyor yatağıma.
Yastığımda Üçüncü Dünya Savaşı var.
Gitme!..
Yanımda kal, gitme n’olur!..
Sen, ben, sonra ikimiz ve diğerleri..
Yokluğun bir nevi soykırım,
İç organlarım paramparça.
N’olur gitme!..”
Kitapta bu kısmı onlarca defa okumuşumdur.. O kadar çok bendi ki her satırı, okudukça iyi hissediyor, düşündükçe gülümsüyordum. Bir yerlerde birileri benim gibi hissetmiş, benim gibi düşünmüştü. Yalnız değildim, bir tek ben değildim..
Okudukça, devam ettikçe aynı acının binlerce kişiye uğradığını keşfettim. Keşiflerim arttıkça kendimi ne kadar önemsediğimi de anladım. İnsan kendisine hapis bir canlıymış meğer, ne büyük esaret..!
Kaderden bahsettiğim bir yazımda bazı acıların tamamen kontrolümüz dışında olduğundan bahsetmiştim. Bu acılar da tam olarak böyle işte. Bir serinlik gelirse geliyor, gelmezse de oturup adamakıllı can çekişiyorsun. Ne zaman acı çekmeye başladığın, ne zaman bu acıdan kurtulduğun tamamen kontrolün dışında.
Bilmiyorum, belki de bu acı esnasındaki tepkilerindir seni sen yapan. O esnada yıldızlardan nasıl gözüküyorsan, rüzgarın nasıl kokuyorsa..
Kendi manzaramın çok iç açıcı olmadığını biliyorum, yıldızlardan gözüken pozum da fazlasıyla yeraltındadır muhtemelen. Yine de o zamanların kutsal olduğunu düşünüyorum, er geç bu durum kapını çalacaksa keyfini çıkartarak acı çekebilmek önemli, gerçekten önemli..
Düşmeden önceki son yumruğu karşılarken, kapat gözlerini, gülümse..