Aşk..
Başlarken..
Kalbin boğazda atışı, titrek bakışlar, gülümseyerek uykuya dalışlar..
Saatin, takvimin durması.. Herkesi yok sayıp dünyanın iki kişilik varsayılması..
Biterken..
Ruhun diz çöküşü, varlığın tükenişi..
Herkesin konuştuğu bir dünyada dilsiz kalmak.. Çaresiz bakışlar..
Yok olmak..
Yeniden doğmak..
#Aşk, hayatla ve kendimizle barışamamızın ifadesidir. İnsanın kendine yetmemesinden, hayatı olduğu gibi kabul etmemesinden, kendini değersizleştirmesinden kaynaklanır. Bu açıdan patolojik bir alt yapısı vardır..
~Patolojik yapıya sığınmak biraz da işimizi kolaylaştıran bir durum aslında.. Yoksa geçen yazımızda bahsettiğim gibi, bu kadar farklı doğaları olan kadın erkek, nasıl birbirine bu kadar meyilli olabilir..
Kendimize de hayata da küsüz, çok iyi bir saptama. Peki bu aşka iter mi bizi, burası düşündürücü.. Evet başka bir insanda mutluluk aramaya, sevgi, heyecan aramaya iter, kabul, ama aşka nasıl iter..
#Albert Camus der ki:” Felsefe için ciddi olan tek soru: İntihar etmemek için gerçekçi bir neden var mı?” Bu soruya tatmin edici bir cevap bulmak zordur. Eski Yunan’da Silenus ”İnsanoğlu için en iyi şey hiç doğmamış olmaktır. Doğmuşsa da bir an önce ölmektir.” demiştir. Çünkü öleceğimizi bilerek bin bir dertle yaşadığımız hayatla barışmak kolay değil. Aşkta yüzeye çıkan duygulara, hayatla barış kurmak için ihtiyaç duyarız. Aşık olduğumuzda yaşadığımız; bir sarhoşluğa ulaşmaktır, kendinden geçmektir. Bütün bunlar hayatla barışma enerjisini verir. Sonuç olarak sahte bir cennet yaratmış oluruz.
~Aşk sadece Leyla’yı sevmek değil, Leyla’ da tüm insanlığı sevmekti.. Nihayetinde öyle de oluyor. Gülümseyerek uyumalar, ani heyecanlanmalar, vücudu esir alan sukünet umut veriyor, renk veriyor.. Sahte cennete kanmak istiyoruz, ihtiyacımız var..
*Aşkın içinde sevgi ve saygı bulunmaz..
~Çünkü birbirimizin özel alanlarında katliam yaparak işe başlıyoruz. Saatlerce mesajlaşmalar, ne yiyor, ne zaman evden çıkıyor, şu anda ne yapıyor..
Bunların hepsini bildiğim halde aynılarını yaptım ben de, yemek yiyemiyor, müzik dinleyemiyor, kitap bile okuyamıyordum.. Hiç aklımdan çıkmıyordu, hayaller kurup duruyordum. Şimdi düşününce ne kadar zavallıca.. Ama yine olsa, yine..
*Popüler dilde aşkı, sevginin yoğunlaşmış hali olarak anlatma eğilimindeyiz. Oysa aşk, sevememenin ifadesidir. Buna karşılık ‘olgun sevgi’ karşıdakinin yabancılığını, farklılığını sevmektir. Aşk, bu farkın inkarı üzerine kuruludur. Saygı için ise mesafe gerekir. Aşk, mesafe yokmuş gibi davranma yönelimidir. Ciddi bir saygı varsa, ortada aşk yoktur.
~Bu durum kötü bir şeymiş gibi geliyor kulağa, öyle değil.. Saygı insanı sınırlayan bir durumdur, gereklilik kipini taşır durur, şöyle yapılmalı, böyle edilmeli.. Ne gerek var, bırak saygıyı, kendinden geçmiş uyuma hallerini görmeye talip değil miyiz..
Sevgi işinin olmaması beni de üzdü, belki doğrudur. Çok sevginin, acımasız olması kabulüm ama hiç sevgi olmaması aşkı değersiz kılar gözümde.. Seversen iyi yönlere daha çok tutunur, kötülere körleşirsin. Bunun adı aşk sarhoşluğu değil, sevgi olmalı, mutlaka sevgi..
#Aşk, hayatı boşaltır ve insanı yoksullaştırır. Evet en büyük heyecanları da yaşatır ama bu kendinden geçiş anlarının karşılıklı olarak izin verilen, geçici bir oyun alanı olduğu hatırlanmalı. Çünkü kendinden geçme halinin, bir oyun olduğunu bilmemek zarar verir. Aşka korkuyla değil, ironiyle yaklaşmak gerekiyor. Karşımızdakine geçmişimizden getirdiğimiz bütün ihtiyaçları, hayalleri taşıyan kişi olarak bakarız ama onun o sırada dişi ağrıyor olabilir..
~Psikologlar, ilk üç ilişkimizi bize en uzak, en uyumsuz insanlarla gerçekleştirmeye meyilli olduğumuzu söylüyor.
Keşfedilmeyi bekliyoruz aslında değil mi, hem de hepimiz.. Birileri, yaşadığımız (bize göre) onca acıyı takdir etsin, anlasın istiyoruz hepimiz..
Bakmayın kızdığıma, ben de bekledim belki hala bekliyorum.. Birilerine bir şeylere benzettiklerime daha yakınlaşıyorum, belki benzemiyorlar belki o an tamamen anlık bir benzeme o, umrumda bile değil..Peki bu karşıdakinin benliğine haksızlık değil mi.. Bizim benliğimize haksızlık zamanı da gelecek öyleyse, sırayla..
*Aşık olup olmamak bilinçli karar vereceğimiz bir durum değil. Bu bir hastalık ve tedavisi yok. Yani denize açıldığınızda fırtınayla karşılaşmayacağınızı düşünemezsiniz ama fırtınayla başa çıkmak için donanımınız varsa tekneyi parçalamadan kıyıya çıkarsınız. Sözü edilen kişi ‘Aşk acısı’ yaşamaz mı, hayır, yaşar. Bu olgunluk, tutkudan bilinçli bir kararla kurtulunabileceği anlamına gelmiyor. Sadece aşkın benliği tamamen ele geçirmesini önleyebiliriz ama acıyı önleyemeyiz. Ayrılık acısından kurtulmak istemek gerçekçi bir talep değil. Yas, en büyük öğretmenlerden biridir.
~Bu yüzden yas süremi uzun tuttum, tutuyorum.. Önce müthiş bir acı hissi oluyor, bir daha gülemeyeceğini, sevinemeyeceğini düşünüyor insan. Sonra bir sabah uyanıyor, uzaklaşmış acılar.. Hala aynı odada oturuyorsun ama uzaktaki koltuğa geçmiş artık.. Artık sana kalmış gerisi. İster hemen yoksay, istersen de elinden geldiğince uzat.. Ben ikincisini seçtim, iyi geldi, geliyor..
*Nesnenin değerini ancak kaybedince anlarsın. Bu doğru bir bilgi. Kaybettiğimiz nesneyi önce parçalara böleriz. Kaybettiğimiz kişinin her parçasının yasını ayrı ayrı tutup içimizde yaşarız. Sonra da kendi saçımızı okşamayı öğreniriz ve bu, kazanabileceğimiz en önemli bilgidir.
~Evet, iki kişilik dünyamız yeniden tek kişilik olur.. Marketten iki çikolata alıp sonra ikisini de yemeye başlarsın, bir süre sonra teke düşer alışların filan.. Saçımızı okşamayı bir başkası gelinceye kadar öğreniriz, sonrası yine aynı gazel..
Bu kısır bir döngü.. Hayatın bizimle geçtiği başka bir dalga.. Başka çok başka bir yenilgi..
Aşk istediğim bir sey değil hayatımda, bir keresi bile nefesimi tüketmişken, en sevdiğinin en çok canını yakması, bir türlü kabul etmiyor gönlüm..
Tutku olsun, heyecan olsun ama aşk olmasın.. Olmamalı, olmamalı.. insan en çok sevdiğini acıtmamalı..
.
.
Aşk / Derya Deniz