”Milattan önce on binlerce çeşitli bitki ve hayvanları evcilleştirmeyi başarmış olan insan, dünya tarihinin en önemli devrimlerinden birini gerçekleştirdi: Tarım Devrimi. O orman senin bu mağara benim gezen insan, Tarım Devrimi sayesinde kıçının üstüne oturup, göçebelikten yerleşik hayata geçti. Buna müteakip, madem artık yerleştik, neden sevişmiyoruz diyerek avlanmaya harcadıkları tüm enerjilerini üremeye verdiler ve dünyadaki insan nüfusunu geometrik olarak artırmaya başladılar.
Var oluşumuzu ve dünya üzerindeki hakimiyetimizi, tarım devrimiyle beraber evcilleştirdiğimiz bitki ve hayvanlara borçluyuz. Fayda sağlamak istediğiniz türü önce evcilleştirmek yani itaat eder hale getirmek zorundasınız. En evcil tavuktan en çok yumurtayı alırsınız, en itaatkar atı en uzak menzile koşarsınız. Çok benzer mantık iş dünyası için de geçerlidir. Fayda sağlanacak tüm hayvan ve bitkileri evcilleştirdikten sonra, üretimi yukarılara çekmek için evcilleştirilmesi gereken tek tür insan kaldı. Minumum maliyetle, maksimum faydanın alınması için uzun mesailere ses çıkartmayan koca bir işçi ordusu yaratıldı. Yakası beyaz olsun,mavi olsun, ister teknik eleman, ister genel müdür olsun, çalışanın itaatkarı bir o kadar da kanaatkarı makbuldür.
Pek çok büyük şirketin üst düzey yöneticileri, geldikleri konumu çalışkanlıklarına ve zekalarına borçlu oldukları kadar itaatkarlıklarına da borçludurlar. Yıllarca farklı kademelerde görmezden geldikleri haksızlıkları sineye çekme yetenekleridir onları kariyer basamaklarında hızla yukarı çıkartan. Özgünlüğünü, adalet duygusunu kaybetmeden kariyer yapmak, politikada dürüst olmak kadar gerçek dışı bir olasılıktır.
Son dönemlerde epeyce popüler olan Sapiens kitabında koyunların ‘koyun gibi’ oluşu şöyle anlatılıyor: Kuzuyken yakalanan koyunlar bolluk döneminde itinayla bakılıp şişmanlatılır, kıtlık döneminde kesilip yenilirdi. En dik başlı, asi ruhlu koyunlar kasabın bıçağıyla ilk önce tanışanlar olurdu. Koyun cinsi, uslu durarak ömrünü uzatan, keyifle şişmanlayan itaatkar koyunlar üzerinden soyunu devam ettirdi. Asi koyunlar, genlerini aktarmaya fırsat bulamadan sahipleri tarafından boğazlandı. Koyun türünün ‘koyun gibi’ oluşunu evrim böyle açıklıyor. (Sapiens, Yuval Noah Harari)
Teşbihte hata olmaz, iş dünyası da böyledir. Dik başlı, asi ruhlu koyunlar, kariyerlerinin henüz başındayken İzmir marşıyla muhasebe bölümüne uğurlanır. Tazminatlarını alabilenler şanslıdır. Gelen her türlü emre, mantıksız ya da haksız hatta acımasız da olsa sorgulamadan riayet edenler soylarını devam ettirecek, şişmanlayarak daha üst pozisyonlara terfi edecek olanlardır. Arkadaşı ceza almasın diye ‘Hayır ben yaptım hocam’ diyen delikanlı yeni yetmeler gelecekte kasabın bıçağıyla ilk önce tanışacak olanlardır.
Konuşanların adını tahtaya yazan sınıf başkanlarıdır sistemin parlatacağı çocuklar. Kaç ortalı defter kullanması gerektiğini öğretmenine soran çocuk, müdürü izin vermeden tuvalete bile gitmeyecektir. En itaatkar, en ideal çalışan olacaktır. Bol mesai yapacak hızlıca yükselecektir. toplantılarda parlak fikirler üretemeyecek ama bol bol ‘Aynen, katılıyorum’ diyecektir. İçeriğine göre değil sahibine göre fikirlere katılacaktır. Kötü işlerin sonuçları, yetişmeyen işlerin faturasını iş arkadaşlarına kesenler, okuldayken ‘Öğretmenim Efe ödevini yapmamış’ diyenler arasından çıkar. 0.9 ucu olmasına rağmen, çantasının gizli gözünde saklayıp, soranlara yok diyenler arasından.
”20 yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki, yaşamının geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir.” (Mülksüzler, Ursula K. Le Guin) Hayattaki seçimlerimizi çok daha erken yapmaya başlarız ama kariyerimize yirmili yaşlarda yön veririz. Ya kasabın bıçağıyla erken karşılaşırız ya da etimizden, yünümüzden daha uzun faydalansınlar diye az gürültü çıkarırız. Kapitalizmin kaçınılmazıdır bu. Müdürleri yerden yere vurmak amacıyla yazılmadı bu yazı. Yükselmek için otoriteye boyun eğenlere, ruhuyla çelişen yanlışlara itaatkarca evet diyenlere sitem etmek için yazıldı. Yoksa her ulaşamadığı ciğere murdar demez kediler. Bazen de ciğere bir pati atıp döner gider.. ” –Hande Turan–
İlkokul bitince ortaokulu okumaya başka bir okula geçiyorduk. Orta birdeyim ben de. Türkçe hocamız olan Memet Emin Hoca derste bize ‘Köpekler’ diye bağırıyordu. Lakabı Domates’ti, bağırınca kıpkırmızı oluyordu. İlk başlar ben de gülüyordum herkes gibi. Kabul ediyorum haşarı bir sınıftık, fakat sürekli ‘Köpekler’ diyordu. Önce sınıftakilerle konuştum bu durumu, baktım herkes rahatsız. Sonra nasıl cesaret ettim o eğitim ortamında gerçekten bilmiyorum ama bütün sınıfı örgütledim derse girmemek için. Soru bile soramadığımız bir eğitim sisteminin içerisindeyiz.
Neyse herkesle tek tek konuşup söz aldım, caymıyacaklar diye. İçeri zili çaldı, herkesin gözünün içine bakıyorum, erkek fatmalığa inceden de giriş yapmışım. Sonuç itibariyle hakikaten kimse girmedi içeri. Memet Emin Hoca şok oldu tabi, ‘Bu işin kimin başının altından çıktığını çok iyi biliyorum’ diye sallamıştı parmağını bize doğru. Sonrası n’olucak, arkamıza baka baka sınıfa girdik. Yine de o günden sonra daha az ‘Köpekler’ dediğini hatırlıyorum. Yazıyı okurken bu anım geldi aklıma, çok konuşulmuştu protestomuz, meşhur olmuştum. Daha çok kalkışmalarım oldu da.. Olmadı..
Şimdiye bakınca koyunlarla aramda yedi fark bile bulamıyorum. Yine de benimki acılı bir koyunluk. Farkındayım çünkü.. Malesef ve ne yazık..
Böyle bir eğitim sisteminde bu hale gelip bir de eğitimci olmak.. Nasıl bir tepki vereceğimi bile bilmiyorum. Donuk bir gülümseme..
.
.